www.soL.org.tr
Sağlık emekçileri anlatıyor
11 Ağustos 2007, Cumartesi

soL gazetesi olarak, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde sendikalaştıkları için işten atılan işçilerle görüştük.

soL (Bursa) Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde çalışırken geçtiğimiz günlerde sendikaya üye olduğu için işten çıkarılan iki işçi ve hala aynı hastanede çalışmaya devam eden bir işçi ile gelişmeleri konuştuk.  

Merhaba! Sizleri tanıyabilir miyiz?
Yüksel: Hastabakıcıyım. 31 yaşındayım. Tıp Fakültesi'nde 9 yıl, 6 ay çalıştım. Kısa bir süre önce işten çıkarıldım.

Faruk: Hastabakıcıyım. 34 yaşındayım. Tıp Fakültesi'nde 8 yıldır çalıştım. Kısa bir süre önce işten çıkarıldım.

Şener:  Hastabakıcıyım. 32 yaşındayım. Tıp Fakültesi'nde 8 yıldır çalışıyorum.

Biraz çalışma koşullarınızdan söz eder misiniz? Sözkonusu firma üniversite kaç yıldır faaliyet gösteriyor.
Yüksel: Babamdan da biliyorum. O da Fakülte'den emekli. En az 10 yıldır faaliyet gösteriyor.

Şener: Benim annem de babam da Fakülte'den emekli. Tıp Fakültesi Hastanesi 1993 yılından bu yana farklı isimler altında faaliyet gösteriyor.

Tıp Fakültesi'nde taşeron hizmetler için "her yıl ihale yapılıyor" dediniz. Her yıl firma ismi değişiyor mu?
Faruk: 2000 yılında işe girdim. 3-4 yıl İlmero ismi değişmedi. Daha sonra 3 firmasının olduğunu öğrendik. İrem Tıp, Karel ve İlmero. İhaleleri her yıl düzenleniyor. Biz de her ihale sonrası farklı statülerde sözleşme yenilemek zorunda kaldık. Sözleşmelerdeki bazı maddeleri okuyamadan ve hatta bilmeden imzaladık.

Neden? İmzalamak zorunda mısınız?
Faruk: Bunu zoraki yapıyorlar. Çok kez arkadaşlarla karar aldık. İmzalamadık.

Şener: Vergi iade zarflarını vereceğimiz zaman önümüze sözleşmeleri koyuyorlar. Önce bunları imzalatıp sonra zarfları alıyorlar. Birçok arkadaşımız yasal haklarını bilmediği için bu koşullara hiç itiraz etmedi. Sözleşmede "bütün haklarımızdan feragat ediyoruz" diye madde var.

Süreç hakkında biraz daha netleşmek için sözleşmeyi imzaladıktan sonra gerek şirket gerekse Fakülte Hastanesi yönetimi ile ilişkinizin durumunu anlatabilir misiniz?
Yüksel: Şirket, yemek, servis maaş ve sigorta priminde sorun varsa muhatap oluyor. İşe alımlarda, hastabakıcı olarak işe başlayacaksanız, başhemşire ile muhatap oluyoruz. Hangi koşullarda çalışacağımız ve ne zaman gelip ne zaman gideceğimiz konusunda başhemşire ve hastane müdürü ile muhatap oluyoruz.

Herhangi bir sorunda muhatabınızı bulabiliyor musunuz?
Yüksel: Bir iş yapılacaksa muhatabımız çok, bir sorunumuzda ortada muhatap yok. Zaten şirket bu konuda hiç yardımcı olmaz.

Başlayan işten çıkarmalarda muhatap olarak kim(ler)i görüyorsunuz?
Yüksel: Rektör bey.

Neden?
Yüksel: Açık ifadesi var. Diktatör bir adam. Her yerde açık açık gösteriyor. Üniversitede belinde silah ile dolaşan kişi ne olabilir? Son iki yıldır çok belirgin bir durum bu.

Neden işten çıkarılıyorsunuz? Sadece sendikalaşma mı?
Faruk: Fakültemizde 1300 çalışan var. Yaklaşık 700-800 kişi taşeron olarak çalışıyor. Daha önce rektör beye ücret zammı konusunda gidildiğinde, kendisinin tek bir yanıtı vardı: "İsteyen çalışır, istemeyene kapı orada... Halden adam toplarım, getiririm onlar çalışır."

Şimdi de sosyal güvencemizi sağlamak için sendikalı olmaya karar verdiğimiz duyulduğunda bize sendika yoluyla başhekim Kayıhan Pala tarafından mesaj geldi. "Şimdi tatildeyim. Sabaha kadar hiç uyumadım. Pazartesiyi bekleyin. Sizden ricam bu" diye... Şimdiye kadar hiçbir başhekimin mesai saatleri içinde taşeron çalışanlarla toplantı yaptığı görülmemiştir.

Kayıhan Pala, bu toplantıda "benim zamanımı mı buldunuz? Göreve yeni geldim. Bu çalışmayı önceden niye yapmadınız? Benim zamanımda niye yapıyorsunuz?" gibi ifadelerde bulundu.

Yemekhanede yaptığımız toplantıda bazı sorunlarımızı ilettik. Örneğin, bize verilen yemekler. Yemekler kontrol amacıyla başhekime gösterilirdi. Kayıhan Pala'nın başhekim olmasıyla bu uygulama kalktı.

Başka bir sorun... Ben de bir soru sordum. "Hocam, asgari ücret ile geçiniyoruz. ‘Birikmiş'lerimiz (izin günleri) var. Bunları mesai yerine geçirsek..." Kendisinin yanıtı şöyle oldu:  "Daha önce bu sorularla karşılaştım. Elimden gelen bir şey yok. Verdiğiniz oylarla iktidara getirdiğiniz kişilerle bunları halledin."

Yüksel: Ben de muhataplık ve özlük haklarıyla ilgili soru sordum. "Muhataplık konusunda bir şey yapamam" dedi. "Özlük haklarımı bilmiyorum" dediğimde, "bilmiyorsan, senin sorunun" dedi. "Önüme konan bir sözleşmeyi okumama fırsat vermiyorlar ki sorunum olsun" dediğimde yanıtı yoktu.   

Bu toplantının yapılış gerekçesi sizce neydi?
Faruk: Kayıhan hocanın bu toplantıyı yapmasının nedeni sendikal çalışmaya son vermekti. Bunun rektörden gelen bir emirle yapıldığını düşünüyorum. Çünkü örgütlü bir güce ulaşmak ve üzerimizden sağlanan haksız kazancı ortadan kaldırmak istedik. Duyduğumuza göre, taşeron şirkete kişi başına yaklaşık 1.200 YTL ödenek ödeniyormuş. Asgari ücret ve sigorta primi yaklaşık 750 YTL tutmakta; geri kalan ortalama 450 TL'nin ne olduğuna dair hiçbir bilgimiz yok.

Bizler 8 saat çalışma karşılığında 12 saat izin kullanmalıyız. Yasal hakkımız. Ancak 8'e 8 izin alıyoruz. Bu durumu mahkeme sürecine taşıyacağımızı düşündüler. Sendikalaşma sürecimizde de toplantılarımıza ispiyoncularını soktular. Belirli isimleri saptayıp (ki ben de varım) işten çıkarma sürecini başlattılar. İkimizi de 6 Ağustos 2007 itibariyle işten çıkardılar.

Görüşme girişiminiz oldu mu çıkarıldıktan sonra? 
Yüksel: İşten çıkarıldıktan sonra, başhekim Kayıhan Pala'dan randevu istedim. Görüşemeyeceğini, karar alındığını kimse ile görüşmek istemediğini belirtmiş. Bir dilekçe ile durumu iletmek istedim. Başhekimin sekreteri dilekçeyi versem dahi dosyalayıp kaldıracağını belirtti. 

Sendikalı olmak için yaptığınız örgütlenme ne durumdaydı? Süreç nasıl başladı? Nasıl tepkiler aldınız?
Faruk: 08.00 - 20.00 arasında çalışma koşulları insanlarda yıpranma yarattı. Sağlık gibi bir alanda verdiğimiz hizmet açısından oldukça riskli bir durumdu. Yorgun düşecek bir insandan verim alamazsınız. SES hastanemize gelinceye kadar "sendikal ve özlük haklar" konusunda bilgimiz yoktu. Sendikalaşmaya başlayınca hastane yönetiminde bize karşı tavırlar gelişmeye başladı.

Kimi arkadaşlarımızda koşullar nedeniyle yakınmalar başlamış, "atsalar da tazminatımızı verseler" düşüncesi oluşmaya başlamıştı. Eski ortam kalmamıştı. Eskiden klinikte çalışırken "aile ortamı"mız vardı. Kimsenin hakkı yenmezdi. Ortaya bir ekmek geldiği zaman doktoru, bilgi işlemcisi, personeli hep beraber paylaşıyorduk. Şimdi herkes birbirinden saklıyor.

Sizce nasıl bozuldu bu ortam?
Faruk: Çalıştığınız ortam yorucu. Yorucu ve stresli bir işte çalışıp, bir de karnınız doymadığı zaman ne olur? Şu dünyada en kötü mesleklerden birine sahibiz. İnsanlarla birebir diyalog halindeyiz. Hasta, hasta yakını... Bu stresli ortamda büyük yük bize ait. En çok ezilen biziz. Doktor, başhemşire, hemşire, hasta, hasta yakını vs... Hepsiyle muhatabız.

Yüksel: Ben zaten Devrimci Sağlık İş Sendikası'na 1995 yılında başvurmuştum. Ama yarım kaldı. 2000 yılında da sendikalaşma çalışmasına başlatmıştık. Ama Uludağ Üniversitesi'nde fazla konuşanı sustururlar. Arkanda kimse yoksa sesini keserler, bir daha konuşamazsın. Ameliyathane bölümünde bu gerçekleşti. Bazı arkadaşların seslerini kestiler. Attılar. Bir daha geri de dönmediler. Küçük bir örgütlenme düşünmüşlerdi. Bizimle hiç paylaşmadılar.

Oysa şimdiki örgütlenmemiz çok farklı olduğunu düşünüyorum. Uludağ Üniversitesi'nde bir taşeron firmasında ilk defa bu kadar örgütlü bir safhaya gelindiğini gördüm. Bu sürecin iyi sonuçlanacağına inanan arkadaşlarımız var. Sıkıntılarımız yok mu? Var. "Kaç kişi oldu?" "Herkes olursa ben de olurum." "Şöyle kenardan bir bakayım; işten çıkartmalar olursa çekilirim" gibi düşüncelerle karşılaşıyoruz. Bunlar her zaman olacak. Şahsen bu işi yarım bırakmak değil, bitirmek istiyorum. Ben işsiz kaldım. Başkası da kalabilir. Arkamızda bir mücadele kalabilmeli. Bırakabilirsek ne mutlu bana. Bırakamazsam, derim ki, "sadece kuru bir gürültü yaptık." Ama öyle değil.

Şu anda hastanede bir kaos var. Yönetim ne yaptığını bilmiyor. Herhangi bir sorumuza mantıklı bir yanıt veremiyor. Kapıları yüzümüze kapatıyorlar. Araya sekreter ya da güvenli görevlisi koyuyorlar. Ayıptır söylemesi; caniymişim gibi. Taşeron firmaya gidiyorsun; "benimle sorununu halletmeye kalkma, bana anlatma; git davanı aç" diyor.

En çok gücümüze giden şu: Bu üniversiteye yaklaşık on yıl hizmet verdik. Paylaştık, üzüldük, sevindik. Madem bizim örgütlenme suçumuz vardı... ki bu suç değil. Şirket yöneticileri diyebilirlerdi ki, "arkadaşlar şirket yöneticiniz olarak biz böyle bir şeye karşıyız; sizi bu nedenle işten atıyoruz" deselerdi, daha gururlu olurduk. Oysa bir insanın hiç tanımadığı, ayda bir kez vizite kâğıdı almak için gittiği bir muhasebeci bizi nasıl suçlar ve işten atılmamızı tebliğ edebilir?

Faruk: Yüksel'e katılıyorum. Bu hastaneye çok emekler verdik. Denetlemeler zamanında eve gitmedim; denetlemeye her şeyi yetiştirdim. Ama paçavra gibi atılmamız lazım. Başhemşire yönetime diyebilirdi ki, "bu kişi en değerli elemanlarımdan bir tanesi; kendisiyle görüşür, onu ikna ederim." Bunların hiçbirini yapmadılar. Biz bir ana gibi severdik başhemşirelerimizi... Bir aile gibiydik. Biz onlardan bunu beklerdik; paçavra gibi atılmayı değil. Hep kalıcı olmak istedik, kırıcı değil. İşten atıldığımız için hiç üzülmüyoruz. Sonuna kadar çalışacağız.

Yüksel: Yorulacak ve dinleneceğiz ama arkamızdan arkadaşlarımız bu işin devamını getirecekler.

İçinde bulunduğunuz durumun emekçi sınıflara karşı yapılan bütünlüklü bir saldırının önemli bir parçası. Ve sadece sağlık hizmetinin paralı olması değil, eskiden birarada olan doktor, hemşire, hastabakıcının bu süreçte karşı karşıya getirildiği bir dönemde mücadelenizin önemli... Arkadaşlarınızla ya da sendikada bu konuları konuşuyor musunuz?
Faruk: Bu örgütlenmeye başladığımızda sadece çıkar amaçlı başlamadık. "Tazminatımızı versinler de atsınlar" demedik. Ama aksi olmadı mı? Oldu. Teklifle gelindi. "Bizi de söyleyin; şu arkadaşlar da bizimleydi." diye... Bizim amacımız Uludağ Üniversitesi'nde bazı şeyleri açığa çıkarmak. Daha önce de belirttik. Üniversite tarafından taşeron şirkete ödenen paranın nasıl paylaşıldığı önemli... Şirketin bize asgari ücret verip de, bizim üzerimizden ücretimiz kadar para kazanması zoruma gitti.

Söz ettiğiniz paranın sadece şirkete kaldığını mı düşünüyorsunuz? Bir havuz olamaz mı?
Faruk: Bilemem. Bizim amacımız her şeyin su yüzüne çıkmasını sağlamak. Hakkımızı arıyoruz. Başka nerede arayabiliriz ki? Öyle gün oldu ki, evimize ekmek götüremedik. Ama kimileri ekmeğimize göz dikmesini biliyorlar. Niye evimize bir tane fazla ekmek götürmeyelim ki? Biz bunun için mücadele ediyoruz.

Yüksel: Aslında bizim çok maddi sorunlarımız var. Çoğumuz gündüz ek işlerde çalışıyor. Pazarcılık yapıyor. Kahvede çalışıyor. Garsonluk yapıyor.

Faruk:  Sokak sokak dolaşıp hurdacılık yapan arkadaşlarımız var. Bugünkü basın açıklamamıza bir sendika üyesi arkadaşımız pazar elbisesi ile katıldı. Elleri patates çamuruna bulanmış bir şekilde geldi.

Bundan sonra mücadelenize nasıl devam edeceksiniz? İşsiz kaldınız? Ne yapacaksınız? Tıp Fakültesi'nde mücadelenizin seyri nasıl olacak?
Faruk: Şu anda çalışmayı düşünmüyorum. Mahkeme süreci sonuçlanıncaya kadar. Altı ay işsizlik maaşı alacağım. Zaten asgari ücretle çalışanın aile desteği var. Mücadelede çok güvendiğim arkadaşlarım var. Salı günü (7.08.2007) işten çıkarıldım. Ailemin yanında durmam gerekirken her gün hastanedeyim. Bu mücadele bizim namus davamız oldu. Çünkü ben sekiz yıldır sömürüldüm. Bunun hakkını arayacağım.

Yüksel: Her gün sabah 06.30'da kalkıyor, hastaneye gidiyorum. Örgütlenmek için... 20 Ağustos'ta yapacağımız "dayanışma gecemize" destek arıyor, davetiye veriyorum. Arkadaşlarımızın sorularını yanıtlıyorum. Mücadeleye başlanır ve bitirilir. Yarı yolda bırakılmaz. Her mücadelede olduğu gibi, fire de vereceğiz tabii ki...

Şener: Şimdilik yeterli güce erişemedik. Aslında herkes birbirine bakıyor ama bir kararlılık da var. İlk etapta elli kişinin sendikaya üye olması da güzel bir gelişme... Belki beni de çıkaracaklar. Kaybedeceğim bir şey yok. Gençliğimi oraya verdim. On yıl. Evimden de öteydi. Üzülmem. Üzülmeyeceğim de... Bana hiçbir şey sağlamadı.

Çalışan arkadaşlarınız sizin için bir eylemlilik düşünüyor mu? 1300 işçinin içinde etki alanınızı öğrenebilir miyiz?
Faruk: Şu anda 200 kişilik bir arkadaş gurubumuz arkamızda...

Yüksel: SES üyesi arkadaşlarımızla birlikte daha etkili bir durum olabilir.

Hepinize çok teşekkür ederiz. Mücadelenize her zaman destek olacağımızı belirtmek istiyoruz.

yazici   mail